Varoluşçuların Aşk Hakkında Diyecek Sözleri Var
Varoluşçuların Aşk Hakkında Diyecek Sözleri Var
Otantik ve Otantik Olmayan Aşk
Aşk ve ilişkiler her zaman ilgi çekici ve gizemli konular olmuştur. Aşk ne demektir? Kaçan kovalanır mı? Gerçek aşk mümkün müdür? Bu gibi soruların cevaplarını bulmak oldukça güçtür; çünkü ortada tek bir doğru yanıt yoktur. Bazı ilişkiler daha kısa sürerken bazıları daha uzun sürer. Bazı ilişkilerde bulunmak güvenli hissettirirken bazı ilişkilerde kendimi güvensiz hissederiz. Peki o zaman bunun bir formülü yok mu?
Bu yazımda amacım ‘otantik’ ve ‘otantik olmayan’ varoluşçu terimlerin aşka bakış açısını anlatmak olacak. Öncelikle bu terimlerin kısaca ne olduğunu açıklayacağım. Sonrasında da varoluşçuluk tabanından otantik aşk ve otantik olmayan aşk nasıl görülüre odaklanacağım.
Otantik (Authenticity) ve Otantik olmayan (Inauthenticity)
Otantik olmak humanistik bakış açısından özgün, samimi ve tek olmak anlamına gelirken burada bahsettiğim otantik olma hali daha çok kendi özgürlüğümüzün ve sınırlarımızın farkında olmaktır. Bizler, hayatımızın hem yazarı hem de gözlemcisiyiz. Bu sebeple kendi aksiyonlarımızı ve kararlarımızı seçmekte özgürüz. Daha otantik yaşamak için kişinin kendi seçeneklerinin ve değerlerinin farkına varmasına ihtiyacı vardır; üstelik, bu değerlerin bir gün yeniden değişebilceğinin bilincinde olarak.
Öbür taraftan, eğer kişi kendi kararlarını alırken özgür olduğu gerçeğini reddediyorsa ve ona verilmiş olan sosyal kuralları çiğnemeden kabul ediyorsa, büyük ihtimalle kendini otantik olmayan deneyimler içinde bulacaktır. ‘E tamam, o zaman ne olacak?’ O zaman kendi potansiyelini limitlemiş olacak. Bize biçilmiş değerleri sanki bizimmiş gibi kabul ettiğimiz zaman, başka hiçbir seçeneğimiz yokmuş gibi davranırız ve bu da büyük bir kısıtlama getirir. Bu durumu otantik yaşama çevirmek ve içsel gücümüzü keşfedebilmek için cesarete ihtiyacımız vardır. Çünkü bazen kişinin yapabilecekleri kişiyi ürkütebilir.
Özgürlüğümü hissedersem anne babamdan ayrılmak zorunda kalırım,
Kendi istediklerimi yapmak istersem anne babamla kavga etmek zorunda kalırım,
İnsanlara ‘hayır’ demeyi öğrenirsem bu yalnızlık getirmez mi?, gibi
O halde, eğer kendi yaşantı şeklimizi belirleyebiliyorsak, kişinin yaşadığı ilişki tipleri de kişinin isteği ile şekillenebilir. Kendim için nasıl bir ilişki yaratmak isterim? Satre’ye göre, hayatımızın her anında hangi yoldan gitmek istediğimizin kararını kendimiz alabiliriz. Ve buradaki sorum da şu: Nasıl bir ilişkinin içinde olmak istiyorum?
Otantik ve Otantik Olmayan İlişkiler
Bizler, varoluşumuz gereği ilişkiler varlıklarız ve bu gerçeklikten kaçmak imkansızdır. Kendimiz için anlamlar üretmeye ve diğerleriyle & dünya ile bir bağ kurmaya ihtiyacımız vardır. Varoluşçulara göre,
Max Stirner: Birini sevdiğimiz zaman içsel dünyamız da daha zenginleşir ve derinleşir. Dünya daha yaşanabilir bir yer olur. Mesela, aşık olan insanlar genellikle her gün yataktan kalkmak için bir sebeplerinin olduğunu belirtirler.
Nietzsche: Aşık olduğumuz zaman kendi potansiyelimizi gerçekleştirmeye daha yakın oluruz.
Sartre: Aşık olduğumuz bir ilişkide olmak kendi dinamiklerimizi keşfetmek için bizi cesaretlendirir ve hayat daha anlamlı bir hal alır.
Simone Beauvoir: Aşık kişi birden hayatı daha farklı algılamaya başlar ve kendisini varoluşsal olarak önemli hissetmeye başlar. Nihayet hayat anlamını bulmuştur.
Tam da bu yüzdendir ki aşık olunan kişiden ayrıldığımız zaman dipsiz bir acının içine düşebiliriz. Çünkü onu kaybederken kendi anlamımı da yitirmiş olurum ve birdenbire çok derin bir yalnızlık kaygısı içine düşerim.
Görülmüş ki, bu acıyı yaşamamak için insanlar ilişkileri yolunda gitmese bile orada kalmaya çalışıyor. Tüm o ilişkide kalmak çabaları ise onları otantik olmayan bir yaşam biçimine sürüklüyor, kendileri gibi olmadan yola devam etmeye çalışıyorlar. Sartre’ye göre yaratmak ve seçim yapmak için bilincimiz özgürdür. Fakat kendimi o ilişkiyi kaybetmemek adına ilişkinin kölesi yapmışsam, kaçınılmaz bir biçimde kendime samimiyetsizleşeceğimdir.
Madem ki birini sevmek müthiş heyecan verici bir deneyim ve insana kendi gelişimi için de pek çok şey katıyor, o zaman ne oluyor da aşk azalıyor, bitiyor ve/veya acı dolu bir deneyime dönüşüyor?
İlişkilerin sonsuza dek sürmesi için ortada bir fomül yok. Zaten bir formülden bahsetmek varoluşçu bakışaçısına çok ters olurdu; çünkü insanları ancak kendi durumlarının içinde değerlendirebiliriz, genellemeler bizi hiçbir yere götürmez. Varoluşçu fizoloflar formüllerden bahsetmese de, aşk için söylecek bazı sözleri var;
Özgürlük
İlişkide olmak, kendi özgürlüğüm ve diğerinin özgürlüğü arasında bir denge kurma sanatı gibidir. Diğerini kaybetme riskim olsa bile kendi bütünlüğümü koruyabilmek adına kendi özgürlüğümü korumaya ihtiyacım vardır. Ancak o zaman kendi otantikliğimi sürdürebilirim. Bu yüzden gerçekçi olmayan beklentiler aşkı zedeler ve zamanla azalıp yok olmasına sebep olur. Bence en aldatıcı inançların biri de, birbirine ‘bu ilişki sonsuza dek sürecek’ sözünü vererek, ilişkiyi daha belirgin bir hale getirme çabasıdır. Bizler, belirsizlik içinde olan ve sürekli değişkenlik gösteren bu dünyaya fırlatıldık. Bu dünyada hiçbir şey tahmin edilemezken, bir ilişkiden nasıl belirginlik bekleyebilirim?
Otantik ilişkide partnerler kişisel uğraşlarını-projelerini tanırlar, desteklerler ve onlara saygı duyarlar. Bu yaklaşım aralarındaki yakınlığı da güçlendirir. Bu bir nevi diğerini mutlu eden şeyden mutlu olma halidir. Bunu klasik Polyanna’cı bakış açısı olarak algılamamakta fayda var, çünkü bu bir ‘her şeye pozitif bakalım’ tutumu değildir. Aksine, bu bakış açısı sayesinde kişiler kendilerini bir tehdit altında hissetmezler ve birlikteliğin içindeki bireyselliklerinin tadını çıkarabilirler.
Bir diğer önemli fikir de ‘işbirliği’dir ki burada ortak bir amaç için beraber çabalamak anlamına gelir. Bu da yakınlığı güçlendirir. Bunun kolay olmadığını kabul ediyorum; çünkü burada her iki kişinin de özgürlükleri çarpışacaktır ve birbirlerini zorlayacaklardır. Fakat, hayatta zorluklardan kaçmak imkansızdır. Aynı zamanda bu zorluklar ilişkiyi de daha taze tutar. Kendimi ve sevdiğim kişiyi tanımaya çalışmak ilişkiyi daha cazip kılar ve zorluklar kendimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olan fırsatlardır aslında.
Benim fikrim ise, bu tanımlar çiftler için biraz soyut kalabilir. O yüzden aslında ‘özgürlük nedir?’ sorusundan başlamak daha faydalı olacaktır. Ne kadar özgürlük kabul edilebilir, ne kadarına ayak uyduramam? Mesela, çiftlerden biri açık ilişkide olmak istiyorsa, diğeri onun özgürlüğü için buna razı mı olmalıdır? Bu soruyu araştırdığımda hoşuma giden şöyle bir cevap buldum; buradaki anahtar sadakatliği tutmaya çabalamak değil; karşımdakinin canını acıtmamak. Karşımdaki ile canımı acıtan şeyleri konuşabilirim ve ortak bir karara varabilirim. Eğer ortak karara varamıyorsak, bunu kabul edip acı çekmek de, o ilişkiyi bitirmek de kişinin kendi seçimi olacaktır ve sonuçlarına katlanmayı da göze alacaktır.
Dönüşüm
Dünya sonsuz bir dönüşüm içindedir. Mevsimler değişir, gece yerini sabaha bırakır, baharda açan çiçekler kışın solar.. Bütün bu değişim dönüşüm içerisinde biz insanlar da sürekli ‘oluş’ halindeyizdir. Ait olduğumuz doğada her şey farklılaşırken biz nasıl stabil kalabiliriz? Şu zamana kadar olan amaçlarımız, değer yargılarımız artık işlevsel değilse onları değiştirebiliriz. Simone Beauvoir der ki, Bu dönüşümün içinde yer edinmeyip amacımız kurallara uymak olursa kendimize olan samimiyetimizi kaybederiz. Sartre de aynı görüştedir ve ancak iki kişi de transformasyon geçirirse orada pozitif bir ilişkiden bahsedebiliriz der.
Dönüşmek hiç kolay değildir, çünkü çevremde olup biten değişikliklere karşı direnmemeyi gerektirir. İnsanın alışık olduğu şeyi bir başka şeyle değiştirmesi ne zordur değil mi? Buna ek olarak Simone Beauvoir’e göre kişisel dönüşüm de ilişki için yeterli değil. Birbirlerinin farklılaşmalarını desteklerler ve içinde oldukları ilişkiyi de dönüşüme açık tutarlarsa orada daha derinleşebilirler.
A: Beni artık sevmiyorsun.
B: Nasıl bu kanıya vardın?
A: Artık eskisi kadar sık aramıyorsun.
* Evet doğru, eskisi kadar sık aramıyor; çünkü şuanda ilişkinin farklı bir hali yaşanıyor. Fakat bu daha az sevdiği anlamına mı gelir yoksa ilişkinin dönüştüğüne mi? Bu bir tehdit olmaktan çok, umut olmalı. Bir ilişki nasıl stabil kalabilir? Meyveleri ancak olgunlaşırlarsa yiyebiliriz : ) İlişkilerin de olgunlaşıp büyümeye ihtiyaçları vardır.
Hayatının Merkezine Koyma
Bazı ilişkilerde kişiler daha bütün hissetmek adına kendilerini ‘biz’ kalıbına sokmaya çalışır. Fakat bu varoluşsal olarak pek tercih edilmeyen bir formdur çünkü öbürüne bağlı kalmayı arttırır. Kendi hayatlarını anlamlandırmak adına ‘diğer yarıları’nı ararlar. Bu otantik olmayan bir duruştur çünkü her ‘biz’ olduklarında ‘ben’ i gözardı etmiş olurlar. Sürekli ‘biz’ olmak oldukça olanaksızdır çünkü aslında kimse gerçek anlamda karşısındakini tam olarak anlayamaz. Hepimizin kendine ait hayal dünyası ve zihinsel süreçleri vardır ki aslında çok limitli bir alanda iletişim haline gireriz. Hal böyleyken nasıl karşımdakinin sürekli aynı fikirde olduğunu düşünebilirim? En samimi duruş iki tane ‘ben’ olduğunu ve bir ‘biz’ olduğunu kabul etmek olurdu.
Sadece tek bir bütün olmak insanların potansiyelini sınırlandırır. Aksine, kendini sevmek ilişkiyi daha sürdürülebilir kılacaktır, bu sayede kişi kendi yaratıcı tarafını keşfeder ve bu ilişkiye de yansır. Ortaya konuşacak, tartışacak, eğlenilecek farklı şekiller çıkar. Nietzsche’e göre de ‘biz’ formu kişisel büyümeyi kısıtlar. Sürekli değişen bu dünyada tek bir beden olmaya çalışmak imkansızdır ve pek inandırıcı değildir.
İlişkinin sonsuza kadar sürmesini ummakta hiçbir sıkıntı yok, fakat problem sonsuza kadar süreceğinden emin olmaktır. Bu çiftler arasında baskıya da yol açacağı için bir süre sonra ‘biz’ formu sebebiyle kişilerin içerisinde kızgınlıklar birikebilir. Çiftler, ilişki bitmesin diye birbirlerini manipüle etmeye başlayabilirler ve bu da kendilerinden uzaklaşmalarına sebep olur.
Tutku
Romantik ilişkiyi arkadaşlıktan ayıran kısmı tutkudur. Fakat tutku bazen tehlikeli durumlara sebep olabilir. Eğer tutku ilişkinin büyük bir kısmını oluşturuyorsa ve bunu hayatlarının merkezine alıyorlarsa bu ilişki otantik olmaktan oldukça uzaklaşır. Çünkü yavaş yavaş kişisel zevklerini kaybetmeye başlarlar ve amaç o aradaki tutkuyu devam ettirmek olur.
Bazı ilişkiler cinsel ilişki üzerine kurulabilir. Kierkegaard’a göre bu durum onları tutkunun kölesi haline getirir ve bu sadece kişiye anlık hazlar sağlar. Esas ihtiyaç hep devam edecektir, ‘ilişki kurma isteği’. Eğer karşımdakinden beklentilerim oluşmaya başlamışsa ve karşımdaki sadece tutku için birarada olduğumuzu söylüyorsa, bu bana gittikçe acı vermeye başlar ve varoluşsal bir sorgulamaya dönüşür; ‘acı veren bir şeyin içinde niye kalıyorum?’. Simone Beauvoir’e göre, tutkunun coşkusunda acı çekmek çökkünlüğe ve kendimi kaybetmeme sebep olacaktır.
Yukarıdaki görüşlerin aksine Sartre der ki, kişi bu tür bir ilişkide olmayı seçebilir ve bu onun kendi verdiği bir karar olur. Dolayısıyla, her türlü durumun sorumluluğunu almakla yükümlüdür. Ne yaşarsa yaşasın sonuçlarıyla yüzleşmekten kaçamaz.
Sonuç olarak, sevdiğim kişi ile bir ilişkide olmak harika bir şey. Birine aşık olmak çakır keyf olmak gibidir ve kişiyi çok tamamlayan bir deneyimdir. Fakat bu aşkı ilelebet yaşatmak için körleşirsem, varoluşsal olarak tehlike çanları yanar. Kendime ve karşımdakine samimi olacağım ilişkinin desteğe, saygıya ve tutkuya ihtiyacı vardır. Yaşadığım en güzel ilişki bile bir gün bitebilir, bunu bilemeyiz. Ancak ‘şuan’ı bilebiliriz ve bütün eforum şuanımda kalmak olabilir. Aksi taktirde, eğer ilişkiyi kontrol etmeye çalışırsam, kendimi samimiyetsiz bir ilişkide & benlikte bulmam ve sahip olduğum potansiyelimi gözardı etmem kaçınılmaz olacaktır.
P.s: Merak edenler Sartre ve Simone Beauvoir’in dillere destan aşkına bakabilir, oldukça ilgi çekici : )